Monday, January 10, 2011

INGİLİZLER VE TARİHİ GERÇEKLERI

Bir
dahaki sefer ellerinizi yıkarken, suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi
değilse, eskiden Ingilterede bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün.
1500'lerde ingilterede işler şöyle yapılıyordu: insanların çoğu
Haziranda evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyo...rlar,
Haziranda hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları
İçin gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde
bir buket çiçek taşıyordu. Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük
bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma
imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra
kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler ayni suda
yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde
gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizcedeki banyo suyuyla
birlikte bebeği de atmayın? (Don't throw the baby out with the bath
water) deyimi buradan gelmektedir. Evlerin çatıları üst üste yığılmış
kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası
hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler,
köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu.
Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak
çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce'deki kedi-köpek yağıyor? (It's
raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir. Yukarıdan evin içine
düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer
nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir Sıkıntı oluşturuyordu.
Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü
yataklar buradan gelmektedir. Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini
topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor)
tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri
vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için
yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam
ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya
taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası
konuyordu ki bunun adi thresh hold (saman tutan; Türkçe'si eşik) idi.
Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asili durumdaki büyük bir
kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler
ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam
yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek
ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni
çok uzun süre kazanda kalıyordu. Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası
soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük (peas porridge hot, peas
porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin
menşei budur. Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı.
Eve ziyaretçi Gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş
yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi.
Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı.
Buna yağ çiğnemek (chew the fat) adı veriliyordu. Parası olanlar
kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek
olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor,
böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna
sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca
domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanin kalay-kurşun
alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar
kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu.
Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu.
Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler
oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların
ağızlarında tabak ağzı (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu.
Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. işçiler yanık olan alt kabuğu, aile
orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı. Bira ve viski içmek için
kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün
şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların
öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün
süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp
yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna uyanma nöbeti
deniyordu. İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini
gömecek yer Bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları
çıkarıyor, kemikleri bir kemik evine götürüyor ve mezarı yeniden
kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta
kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü
ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp
bu ipi tabuttan Dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün
gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti
"graveyard shift" denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur ("saved by
the bell") bazıları da ölü zilci (dead ringer) olurdu.

No comments:

Post a Comment